Hızımızı aldık ya bir kere, aşk olsun tutabilene. Hayatın Futbolu ekibi
olarak harika bir röportajla, futbol dolu bir röportajla karşınızdayız.
Söz konusu futbol olunca bizim için akan sular duruyor. Gürkan Kubilay
için de öyle olmuş olacak ki o kadar yoğunluğunun arasında bizleri kabul
etti. Kadıköy'deki muayenehanesinde ağırladı bizleri. İçeri
girdigimizde kalabalık bir ekiple karşılaştık. Kısa bir süre bekledikten
sonra Kubilay'ın odasına girdik. Futbol sohbetinden röportajı bile
unutmuştuk. Vaktimiz kısıtlı olduğundan hemen röportaja gectik.
Futbolun endüstriyelleşmesi hakkında ne düşünüyorsunuz? Önümüzde PSG ve Manchester City örnekleri var, astronomik ücretlerle edilen transferler, bu zararlı bir şey mi futbol adına?
Paranın önemi yok bu dünyada, ama miktarının önemi var. Ordan 200-300 milyar dolarlık, yani Türkiye'nin gayri safi milli hasılası kadar bir para varsa, bunun endüstriyelleşmemesi mümkün değil. Dolayısıyla futbolun buraya geleceği çok belliydi. Biz eskiden sahalarımızın kötülüğünden şikayet ederdik, ama maçlara bedava girmeye çalışırdık. O maçlara bedava girdikçe senin futbol takımının da kaliteli olma şansı yok. Bugün Fenerbahçe Uefa'da yarı finale gelmişse, Galatasaray, Real Madrid karşısında her ne kadar ihtiyacı yok dense de galibiyet alabilmişse bütün bunlar alt yapıya verdiğimiz önemler dışardan futbolcu transfer etme konusundaki parasal gücümüzden kaynaklanan bir şey. Dolayısıyla endüstri tabii ki de futbolun içerisine girecek. Az önce dediğim gibi para attıkça bu iş de çoğalacak. Ama işte amatörlüğü gidiyor, işin heyecanı kaçıyor diyenlere de, takımın 6 tane gol yerken amatörlük güzel miydi yani? Hem 6 tane yediğin takımla kafa kafaya oynamak istiyorsun, hem de diyorsun ki yok hiç bu işin içine para pul girmesin. Maalesef kapitalist sistemin, kapitalist düzenin bir parçası futbol, kapitalizm nereden geliyor,kapitalden geliyor, paradan geliyor. Dolayısıyla çok sürpriz değil ve olması gereken bir yerde.
Ama Avrupa liglerine baktığımızda Manchester United örneği Münih örneği takımlar ligte şampiyonluklarını neredeyse garantilediler, alt sıralar çok koptular. Endüstriyelleşme bir yerde rekabeti de yok etmedi mi?
Elbette, ama bir şeyi konuşmamız lazım. Yani sen ve ben çıkacağız, diyeceğiz ki biz amatörce oynayacağız. Fenerbahçeliler, biz fena oynamıyoruz biz de gelelim buraya amatör bir ruhla gideceğiz, oynayacağız, ama hiçbir şeye varmayacağız. Ya da işin içerisindeki ekonomik boyutları büyüterek başkalarıyla yarışabilir hale geleceğiz. Dolayısıyla futbolun içerisindeki güzellikleri arttırmak anlamında, kaliteyi arttırmak anlamında bu önemli.
Altla üst arasındaki diferans arttı diyorsun, zaten bana İngiltere'den kaç tane takım sayabiliyordun. İspanya'dan Barcelona ve Atletico Madrid dışında sayabiliyor muydun ki endüstriyelleştikçe sayabilesin? Aslında zaten bu iş devam ediyordu, sadece diferans biraz daha açıldı. Yani paranın olduğu her yerde güç vardır, gücün olduğu her yerde para vardır. O yüzden de biz evet bu işin amatörlüğünü kaybettik ama bu işin doğasında bu (para) var. Bana sorsaydınız bu nasıl olsaydı diye, ben elbette ki kötü kramponlarımda, uyduruk tişörtüme uymayan şortumla deli gibi koşturduğum dönemler derdim. Ama para o kadar büyük ki 300 milyar doların olduğu bir yerde hiçbirimizin romantik, duygusal ve sırf amatör şeyler duyması mümkün değil.
"BİRİNE BEDDUA ETMEK İSTİYORSAN 'ALLAH SENİ YÖNETİCİ YAPSIN' DE"
Taraftarın futboldaki önemi nedir sizce?
Futbolun içerisindeki en önemli şey ve en dürüst öğedir. İki numaraya da futbolcuları koyarım. En tehlikelisi de yöneticiler. Sen birine beddua etmek istiyorsan "Allah seni yönetici yapsın" de, o adamın artık ne ağzı burnu düzelir, ne de kendi düzelir. Dolayısıyla taraftar futbolda çok önemli bir yere sahip. Parasal açıdan da önemli, hatta paranın en büyük kaynağı da taraftar. Yani sadece gelipte bilet alarak değil. Ne kadar çok taraftarın varsa senin o kadar çok gücün artıyor. Gücün arttıkça Uefa'nın ya da Lig Tv'nin sana verdiği para da artıyor. Bu kadar basit.
Gençlerbirliği'yle Uefa Kupası'nda çeyrek final, ya da dördüncü tura gittik, o zaman Ersun Yanal vardı takımın başında. Gençlerbirliği olarak Blackburn'ü eledik, geldik. Ortalık birbirine girer herhalde dedik ya Blackburn'u elemişiz yani. Bir geldik Ankara'ya, hava alanına girdik, kimse yok. Biraz daha gittik, dedik herhalde yolda karşılayacaklar. Yolda bir tane yanımızdan polis geçti el salladı, o kadar. Dolayısıyla taraftar oldukça güç artıyor. O yüzden taraftar futbolun en önemli öğesi, en sadık öğesi. Niye sadık diyorum, çünkü x isimli bir oyuncu bugün sende, yarın başka bir takıma gidebiliyor. Ama sen Fenerbahçe'den Galatasaray'a transfer olan kaç tane taraftar gördün? Ya da Galatasaray'dan Beşiktaş'a, ya da Beşiktaş'tan Fenerbahçe'ye? Dolayısıyla taraftar bu işin aslında gerçek anlamda çamuru, gerçek anlamda tutkalı. Taraftar futbolda benim için çok çok önemli.
Fenerbahçe - Manisaspor maçı örneği var elimizde. 48bin bayan taraftar Saraçoğlu'nu doldurdu. Sizce bu Türk futbolunda neleri değiştirdi?
Bir şeyi değiştirmedi. Sadece o maç için söylemiyorum, başka bayan maçlarında bayanların ağza alınmayacak küfürlerini gördükçe bir şey değişmemiştir. Küfür ediyorlar ya. Benim rahatsızlığım devam etti. Tabii bayanların bu anlamda şiddeti kullanması, tabii ki erkeklerin çok çok altında ama karşımızdakine tahammül anlamında, biz çok tahammüllü bir toplum değiliz. Erkek olarak bu konuda daha çok radikal, sert ve şiddete dayalı yöntemler kullanıyoruz. Ama kadınlar da sözel şiddet kullanıyorlar. Ben bir maç hatırlıyorum ismini söylemeyeyim, bir kadın taraftarı aşağıya attılar ya. Kadınlar kadın taraftarı aşağıya attılar yani. Erkeklerde bile görmediğim bir şey.
"FUTBOL ERKEKLER İÇİN TESTOSTERONLARINI TATMİN ETME OYUNU"
Futbol erkekler için testosteronlarını tatmin etme oyunu. Erkekliğimizi bunun üzerinden kanıtlıyoruz biz. Fenerbahçe, Beşiktaş ya da Galatasaray takımlarının biri maç kaybettiğinde, ben eminim ertesi gün o takım taraftarlarının seks yapma oranları %80 düşüyordur. Takımın gücü senin erkeklik gücüne falan bağlı. Düşünebiliyor musunuz bu kadar garip bir şekilde bakıyoruz futbola? Kadınlar da belki duygusal anlamdaki güçlülüğünü ya da güçsüzlüğünü buna bağlıyorlar, onu gördüm ben. Kadın taraftarlarımızın futbol maçlarına gelmesi, maalesef hayal ettiğim kadar bir şeyi değiştirmediğini düşünüyorum. Çünkü sahaya girdikleri anda saha içerisinde erkeklerin üzerine giydiklerini holigan tişörtlerinin daha alt seviyede onlar da giymeye başlıyorlar. Bu da neden, çünkü karşımızdakine tahammül etme gücü çok fazla olan bir toplum değiliz. Bu iş keyif işi.
Bir arkadaşımla şöyle bir olay geçti aramızda, daha tıp fakültesindeyiz. Benim takımım, onun takımı karşısında mağlup. İsimlerini boşverelim. Sonra benim takımım beraberliği sağladı. Sonraki gün gelmiş bana diyor ki, "beraberliği sağlayınca senin takım, kendimi atacaktım aşağıya. Ertesi gün gelipte ne söyleyeceğim sana diye. Sen beni burada rezil edersin diye. Sonra düşündüm ki, Gürkan'ın takımı mağlup duruma düştüğünde o zaten kendini aşağıya atmıştır, bana ne söyleyecek diye." Bizim bütün esprilerimiz bunun üzerineydi. Sonra bir ara bıçaklı falan dönemler başladı. Bir ara silah girdi bu işin içerisine. Ben bu işten zevk alıyorum sadece, ben sana takılmaktan hoşlanıyorum. Fenerbahçeli Galatasaray'ın maçında rakibi tutuyor, Galatasaray Fenerbahçe'nin maçında rakibi tutuyor. Hiç aklımın almadığı işlerdir bunlar. Bunu yapmaya başladığımız anda bana kimse dostluktan, sevgiden, saygıdan bahsetmesin.
Ertuğrul Sağlam'la birlikte Bursaspor şampiyonluk yaşadı. Sizce taraftarın rolü ne bu başarıda?
Taraftarın rolü çok büyüktü. Bursa taraftarı belki bazen çizgi aşıyor şiddette. Ama o takıma çok sahip çıkan taraftardır. Eskişehir'de de aynı potansiyel var. Mesela Gaziantep'te hiçbir zaman böyle bir şey olmaz. Ben Gaziantep'e ne zaman gitsem, en iddialı kupa maçı, lig maçında bile stadın yarısı boş. Ama Bursa öyle değil, Eskişehir öyle değil. İzmir takımları da müthiştir bu konuda. Göztepe, Karşıyaka hala öyledir. 1980 miydi 81 miydi, bir Göztepe-Karşıyaka maçı seyrettim. 71bin kişi vardı tribünde. 80bin diyenler de vardı. Trabzon'da bunun çok güzel bir örneğidir. Ben Eskişehir'den çok umutluyum. Ersun Yanal hakikaten bu işleri iyi yapan bir adamdır. Biraz sürekliliği yoktur. Ama Ersun Yanal ve Eskişehir birlikteliği de Bursa'nın örneğini getirebilir.
Bursaspor'un örneğinin zıttına Bülent Uygun dönemindeki Sivasspor örneğini verebilir miyiz? Yani taraftarın çok desteğini hissedemediler sanki.
Katılmıyorum. Sivasspor da Atatürk Olimpiyat Stadı'nda 15-20bin kişiye oynadı, unutmayalım. Ama futbol multifaktöriyel bir şey. Diyorsunuz ki müthiş defans hattım var. Çok iyi de bir orta saham var. Forvetim de çok iyi. Eee takımım niye top oynamıyor? İsim olarak iyi ama bu adamlar bir arada oynayabilirler mi, bu bir. İkincisi teknik adam onları iyi yönetebilir mi? Aşçı bile çok önemli takımda. Dolayısıyla takım oyununda her bir öğenin önemi var. O yüzden de takımın içerisindeki öğeler işlerini iyi yapamazlarsa Bülent Uygun, Sivas vs. diye değerlendirmemiz mümkün değil.
Gençlerbirliği'nin o dönemdeki en iyi tarafı neydi? Diyetisyenimiz vardı, başkanımız futbolu en iyi bilen başkanlardan biriydi. Ersun Yanal vardı, çok iyi bir scout ekibi vardı. Oyuncu kadrosu mükemmeldi, kitap okuyan bir oyuncu kadrosu vardı mesela. Bunlar bir araya geldiği için başarılı oldular. Fatih Terim'in 2000'de şampiyon olan ekibi gibi. O takımın içerisinde bugün selamlaşmayan oyuncular bile var, ama teknik açıdan çok iyi bir birlikteliği olan bir takımdı. Dolayısıyla tek bir faktöre bakarak "niye bunlar bundan dolayı başarılı olamadı" deme şansımız yok. Futbol çok faktöriyel bir oyun ve her bir öğenin kendi görevini çok iyi yapması lazım.
"TEMEL DEĞERLERİMİZİ KAYBEDİYORUZ"
Ülkemizde fanatizm çok fazla. Her takımın taraftarı kendi takımına çok fazla bağlı bunu maçlarda da görüyoruz, ama Milli Takım'ın maçları olduğunda tribünlerde aynı hareketi göremiyoruz. Bunun nedeni ne sizce?
Ülkemizin temel değerlerini kaybediyoruz. Yani öyle geliyor bana. Bu da aslında rakibe tahammülle ilgili. Rakibe olan tahammülsüzlük insana olan tahammülsüzlüğe dönüyor. Dolayısıyla bir süre sonra, eskiden değer olarak kabul ettiğin şeyler ortadan kalkıyor. Bu konuda en büyük zararı da dünyanın her yerinde milli takımlar görür. Herif iyi para almaya başlar, biraz poposu kalkar futbolcunun der ki, ben gelmiyorum. 28-30 yaşında ben artık milli takımı bıraktım der. Çünkü kulüp takımı para kazandırır, milli takım para kazandırmaz. Böyledir bu işler, ya da daha az para kazandırır öyle diyeyim. Fifa böyle durumlardan kurtulmak için, milli takım düzeyindeki maçlara daha fazla para aktarmaya ve federasyonlardan oyunculara daha çok vermelerini istemeye başladı. Öbür türlü gelmiyor adam yani. Düşünsene Messi şimdi 10 milyon euro alırken Barcelona'da, deli mi herif gitsin Arjantin maçına? Orda sakatlansın sonra bilmem kaç hafta oynamasın. Böyle gördükleri için kaçıyorlar.
Türkiye'de milli takım başarısı işin içine giriyor. Başarı varsa herkes gelir. Ama başarı yoksa gelmiyor. Kulüp takımlarının daha sık oynası da önemli. Milli takımın bir sonraki maçı ne zaman haberiniz var mı, yok. Ama sor herhangi bir Galatasaraylıya, adam pazartesi kiminle oynayacak, öbür cumartesi kiminle oynayacak hepsini sayar. Yani sürekli devam eden şeylerin daha çok peşinde oluyoruz. Bir de bizim insana olan yatırımımız azaldı. Biz birbirimizi sevmiyoruz, eğer menfaatimiz varsa işimize geliyor. Böyle bir toplumumuz var, seninle iyi iş yapmayan, iyi ilişkileri olmayan, senin yolunda yürümeyen kişi mutlaka kötü adam oluyor. Bu biraz insan kalitemizin olaylara artık böyle bakmasından kaynaklanıyor.
Arda gol attığında Atletico Madrid'te olmasına rağmen onu hala Galatasaraylı kabul edip sevinmeyen Fenerliyi, ya da Hasan Ali orta yapıpta asist yaptığında "ne yaptı canım, onun ortası ne, bak Burak vurdu kafayı" diyen Galatasaraylıyı falan görüyoruz. Dolayısıyla bunların hepsi kısa vadeli sıklıkla gerçekleşen olayları seven toplumdan oluşuyor. Ve biz bir an önce sonuç almak isteyen bir toplumuz. Başarılı bir sonuç alamazsak, küsüyoruz, dönüyoruz. Oyuncağından çabuk vazgeçen çocuklar gibiyiz. Böyle bir yapımız var bizim, ama bunların hepsi yatırım işleri. Bugünden yarına olacak bir şey değil. Futbolcu annesi daha 15 yaşında oğlunun a takıma çıkmasını istiyor. Yok böyle bir şey. Bunlar yatırımla olacak şeyler. Biz sabırsız, bir an önce sonuca gitmeye çalışan, sonuca gitmeyince de vazgeçen bir toplumuz.
0 yorum:
Speak up your mind
Tell us what you're thinking... !